14 Temmuz 2020
Çocukluktan başlayarak problemleri akıl yürüterek çözmeyi öğreniyoruz (ki doğrusu da bu!). Peki ama bunu gerçekten becerebiliyor muyuz?
Okumamız gereken raporlardan her yerde karşımızda beliriveren reklamlara kadar bir veri bombardımanı altında yaşıyoruz. Bitmek bilmeyen toplantıları ve sürekli çalan telefonları saymıyorum bile. Tüm bunlar salimen düşünmemizi engellemiyor mu? Yahut hızla değişen teknolojiden korona gibi ‘Siyah Kuğu’lara uzanan bin bir meseleyle boğuşuyoruz. Neyin gerçekten anlamlı bir veri (sinyal) neyin sadece gürültü olduğunu çözmek zor. Zaten acil konularla uğraşmaktan önemli olanlara kafa yormaya vakit kalıyor mu ki?
Tüm bu dış faktörlerle bir şekilde baş edebildiğimizi varsaysak bile kendi zihnimizin tuzaklarına karşı hazırlıklı mıyız? Gelin bunu biraz daha açalım.
Davranışsal ekonomi öne çıkana kadar bu konular sadece psikolojinin alanındaydı. Ama doğduğum yıl (1978) Nobel’i kazanan Simon’un ‘karar alırken her zaman rasyonel olmadığımızı’ göstermesiyle olay ekonomiye taştı. Daha sonra Kahneman ve Tversky’nin çalışmalarıyla (Michael Lewis’in bu ikili hakkındaki kitabını öneririm!) yanılgılarımız kategorize edilmeye başlandı.
Kendi iş hayatımda en sık rastladıklarımdan on kısa örnek ve sormamızda yarar olan sorular şöyle:
Elbette tüm bunları (ve başkalarını) aşmak kolay değil. Tam da bu yüzden kararları tek kişinin vermesi tehlikeli-zira hiç birimizin kendi zihnimizin kurduğu tuzakları her zaman aşma imkanımız yok. Şirket yöneticilerimiz bu riski bertaraf etmek için üç teknik uygulayabilirler:
Kararın nasıl alındığını yazıya dökmek ve gerekirse ileride tekrar gözden geçirmek