6 Nisan 2021
Mevlana Mesnevi’ye ‘dinle’ diye başlamış. Peki bu öğüdü iş hayatımızda tutabiliyor muyuz? Araştırmalar çoğumuzun kendini ‘iyi bir dinleyici’ olarak gördüğünü söylüyor. Gerçekten öyle miyiz? Gelin bu hafta bu konu üzerine konuşalım.
Önce şu sorunun cevabında mutabık kalalım: iyi bir dinleyici olmak gerçekten önemli mi, yoksa kimsenin karşı çıkmaya cesaret edemediği klişelerden biri mi? Ben dinlemeyi iki açıdan çok önemli görüyorum. Birincisi, çoğumuz, hele de üst düzey yöneticiler, yankı odalarına hapsolmuş haldeyiz. Benzer geçmişe sahip kişilerden kurulu takımlardan gelen benzer görüş ve yorumlar. Toplantıda bir patron varsa, karşıt görüş ifade etmenin ‘riski’ de cabası. Halbuki yeni fikirlerin çıkması, gözden kaçan risklerin yakalanması veya bazı konuların farklı şekilde ifade edilmesinin yolunu açmak şart. Ama tek sebep bu değil: zira, sadece ‘dinlendiğini hissetmek’ bile insanların motivasyonunu artırıyor. Bence sadece bu bile dinlemek için kafi bir sebep.
Eğer bunda anlaştıysak ikinci adımı atalım. Nasıl daha iyi bir dinleyici olabiliriz? (‘ben zaten çok iyi dinleyiciyim’ diyenler bu paragrafı atlayabilirler!). Birisi konuşurken jest ve mimiklerimizle onu dinlediğimizi göstermek, konuşma esnasında başka şeylerle (telefon, TV) ilgilenmemek veya görüşmeye yeterli vakit ayırmak gibi kuralları çoğumuz duymuşuzdur. Gelin, yöneticilerde sıkça karşılaştığım bazı hataları düşünüp kendimizi bir yoklayalım. İstemediğimiz şeyleri duyduğunuzda hızla negatif tepki veriyor veya hemen argümanı öldürmeye çalışıyor muyuz? Muhatabımızın yaşı, cinsiyeti, tecrübesi veya hiyerarşideki yeri gibi sebeplerle söylediklerini iskonto ediyor muyuz? Karşımızdaki konuşurken zihnimiz birazdan ne cevap vereceğimizle meşgul mü? Dürüst bir değerlendirme, bazı huylarımızı değiştirmemiz için şart bir ilk adım!
Nihayet, sadece kendimizin ‘iyi bir dinleyici’ olması yetmez – şirketimizi nasıl dinleyen bir organizasyon haline getirebiliriz? Burada üç ana konuyu göz önüne almakta yarar var. Birincisi, dinleme için gerekli süreçler (toplantılar, periyodik geri besleme görüşmeleri) ve kabiliyetlerin (eğitimler, yapılmaması gereken hatalar) geliştirilmesi. İkincisi, ‘dinleme’nin mümkün olduğu kadar geniş bir perspektifle ele alınması. Sosyal medyadaki başlıklardan bayilere gelen müşteri şikayetlerine, çalışan memnuniyet araştırmalarındaki yorumlardan firma hissesi hakkındaki analist raporlarına pek çok şey bize birşeyler söylüyor. Üçüncüsü neyin gerçek bir mesaja işaret eden ‘sinyal’, neyinse ‘gürültü’ olduğunu ayırt edebilmek. Bence yönetim kurulları ve üst yönetimlerin ana görevlerinden biri de bu!
Karşı karşıya olduğumuz belirsizlikler çok yüksek, meydan okumalar çok karmaşık. Bunlara çözüm arama yolu mekanik konuşmalar değil, beraber kafa yormak (eskilerin deyimiyle mütalaa etmek) ve her kaynaktan gelen veriye açık olmak. Ancak bu şekilde dinlemeyi çift yönlü bir diyaloğa çevirebilir, yankı odalarımızdan çıkabilir ve birlikte çalıştığımız kişilerin motivasyonunu artırabiliriz.