13 Nisan 2021
Ramazan geldi, hoş geldi. İhtiyaç sahiplerine yardım daha çok gündemimizde olacak. Biz de bu vesileyle ‘hayır işleri’ ile alakalı dünyada olup bitene bir göz atalım mı?
Gallup’un basit ve güzel bir yaklaşımı var. Son bir ay içinde hangisini yaptınız?’ diye soruyor ve üç şık sunuyor: tanımadığım birine yardım ettim, bir kuruma bağışta bulundum ve hayır işlerine gönüllü katıldım. Bu soruları kendimize periyodik olarak sormamızda yarar var.
Tahmin edeceğimiz üzere, ‘tanımadığımız birine yardım etmek’ en yaygın faaliyet. Dünyada en üstteki ülkelerde (son on yılın ilk üçü: ABD, Myanmar ve Yeni Zelanda) üç kişiden ikisi bunu yaptığını söylemiş. Sonlardaki ülkelerde (Çin, Yunanistan ve Yemen) ise bu rakam yarıya (üç kişiden biri) düşmüş.
‘Bir kuruma bağışta bulunmak’ ikinci en yaygın faaliyet. ABD ilginç bir örnek. Amerikalılar 2019’da 450 milyar dolarlık bağışta bulunmuşlar (milli gelire oranı yüzde 2.1) Neredeyse tüm servetini bağışlayan Bill Gates ve Warren Buffet gibi ultra zenginleri de yalnızca orada görüyoruz. Türkiye atıf yaptığım araştırmadaki 126 ülke arasında yok. Ancak şahsi gözlemim, bireysel bağışlarımızı genelde kişilere ve anlık kararlarla yaptığımız (içimizi acıtan bir kampanya; ‘X’in yakını Y zor durumdaymış’) Yatırım yaparken riski dağıtmak esastır. Ancak hayır işlerinde odaklanmanın daha iyi olabileceğine dair yaygın görüşler var. Bizim için önemli bir alanda (eğitim, sağlık, kültür) iyi iş çıkardığını düşündüğümüz, faaliyet raporlarını takip edebileceğimiz organizasyonlara düzenli olarak destek olmayı düşünebiliriz.
Sözün burasında ülkemize henüz pek uğramamış olan ‘etki yatırımcılığı’ için kısa bir parantez açalım. Bu yaklaşım ekonomik getiri (‘bağış’ değil) ile belli sosyal hedefleri (karbon salınımı, kadın istihdamı vb.) birlikte gerçekleştirmeyi amaçlıyor. Yani hedef özel sektörün yaratıcılığı, üretkenliği ve getiri hevesini sosyal konuları çözmek için seferber etmek. ‘Etki yatırımı’nın ön şartı ekonomik/ sosyal hedefin ve başarı kriterlerinin baştan belli olması. Üzerinde çok konuşacağımız ilginç bir yöntem olabileceğini düşünüyorum.
Her ülkede en nadir faaliyet ise gönüllülük. Halbuki işin bir ucundan tutmak hem konuyu sahiplenmemiz hem de toplumsal bağların gelişimi için önemli. Elbette sıkça rastlanan bir sorun, hevesle başlanan katılımın bir noktada aksaması. Gerekçemiz zaten hazır: ‘vaktim yok’. Bunun bir bahane olmadığından emin miyiz? Büyük çoğunluğumuzun, ayda birkaç saat ayıramayacak kadar yoğun olmadığımızı düşünüyorum.
Bunu aşmak için iki önerim var. Birincisi gönüllü faaliyetimizi ilgimizi çeken, keyif aldığımız ve etkinliğe kolay ulaşabileceğimiz bir alana odaklamak (yaşlılarla sohbet, okul duvarı boyamak). İkincisi, katkımızı ‘rekabet avantajımızın olduğu’ bir alanda sunmak (derneğin kayıtlarını tutmak, çocuklara spor dersi vb.) Tabii gönüllü faaliyetin kurumsal hayatla aynı alanda olmasının sıkıcılık riskini de düşünmek lazım! Ama istersek bir yol bulabileceğimize inanıyorum.