19 Ocak 2021
ABD eski Savunma Bakanı Rumsfeld bir konuşmasında ‘bilmediğimizi bilmediğimiz şeyler’e (unknown unknowns) atıf yaptığında dalga konusu olmuştu. Pandemi, negatif faiz oranları ve teknoloji devlerinin gücü gibi yepyeni şartlar altında yaşarken bunu bir kez daha düşünmekte yarar var.
Konuyu basitleştirmek için dört parçadan oluşan bir tablo düşünelim.
Birincisi, bildiğimizi bildiğimiz konular. Kaç çalışanımız, ne kadar borcumuz, nerede üretim tesislerimiz var gibi bilgiler. Bunlar kulağa çok basit gelse bile durum pek öyle değil. Ne çok şirketin en temel bilgilerini standart ve organize bir şekilde tutmadığını bilseniz şaşarsınız. ABD’de yönetim danışmanlığı yaptığım yıllarda, müşterim olan dünyanın en büyük finans kuruluşlarından birinin kaç çalışanının olduğunu ‘bulmak’ neredeyse bir ay sürmüştü.
İkincisi, bilmediğimizi bildiğimiz konular. Türk iş dünyası olarak bu konuda hayli tecrübeliyiz. Mesela makro ekonomik verilerin (faiz oranı, döviz kuru) sene sonunda ne olacağını bilmemiz mümkün değil. Bu sebeple mümkün olduğunca geniş istişare yapmak ve muhtelif senaryolara uygun A, B, C planları çıkarmak şart. Ancak bu da yetmez. Şirketimizin değişen şartlara adapte olabilecek kadar çevik olmasını sağlamak elzem. Nitekim Evrim Teorisi, en güçlülerin değil, şartlara en çabuk uyum sağlayabilenlerin hayatta kalabileceğini söylüyor. Yoksa zaten dinozorlarla birlikte yaşıyor olurduk!
Üçüncüsü, bilmediğimiz ama bilinen konular. Meseleyi biz bilmeyebiliriz, ama bir yerde birileri biliyordur. Internet sayesinde artık bilenleri bulmak çok daha kolay. Ama bunun için önce neyi bilmediğimizi kendimize dürüstçe sorabilmek, sonra da egomuzu bir kenara bırakarak bilenleri aramaya başlamak lazım. Her ikisinin de nadir bulunan özellikler olduğunu söylemeye gerek var mı?
Gelelim yazının başlığında da olan dördüncüsüne, yani bilmediğimizi bile bilmediğimiz konulara. Kör noktamız da işte tam burası! Bu kadar büyük bir belirsizliği nasıl aşabiliriz? Bence aşamayız, sadece yönetebiliriz. Zira bu alan, tıpkı henüz haritası çıkarılmamış yerler gibi keşfe açık, büyüklüğü meçhul ve günümüz dünyasında hayli dinamik. Bunun için şirketimizin zihnini açık tutmak, tüm paydaşları seferber edebilmek (kitlelerin gücü konusunu 24 Kasım günkü köşemizde ele almıştık) ve en önemlisi deneme-yanılma yapmak gerekiyor. Masa başında doğru kararı ararken harcanan saatler yerine makul bütçelerle (start-up’lara yatırım, iyi tanımlanmış Ar-Ge projeleri) deneyler yapmanın çok daha verimli olduğunu düşünüyorum. Bu harcamaların bir kısmı elbette işe yaramayacak. Ancak model doğru kurgulanırsa, toplamda yepyeni fikirler ve kabiliyetler çıkarmak mümkün olabilir.
Yazıyı bitirirken, Keynes’in çok sevdiğim bir sözünü tüm yöneticilere hatırlatmak istiyorum: ‘Arada hata yapmakta sakınca yoktur – hele de hızla fark ediliyorsa’. Genelde yaptıklarımızdaki hatalara odaklanıyoruz. Ama kör noktamızı ihmal ederek bir şey yapmamak da ağır sonuçları olabilecek bir hata olabilir.