28 Ekim 2023, XIV. LGK , İstanbul
‘Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz’
Değerli hanımefendiler, beyefendiler;
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün tarihi cümlesinden tam bir asır sonra huzurunuzdayım.
Bu akşam belki biraz buruksunuz. Cumhuriyetimizin 100. yılı neden konferanslarla, sergilerle, müzelerle, yayınlarla, gezilerle anılmadı diye düşünüyorsunuz.
Haklısınız.
Bu akşam belki yalnız, yenik, hatta çaresiz hissediyorsunuz. Belki seçim sonuçlarına üzüldünüz. Belki sonrasındaki gelişmeler kurumsal siyasete olan inancınızı zedeledi.
Anlıyorum.
Ancak bu akşam sizlerle Cumhuriyetten aldığımız ilhamı konuşmak ve ikinci yüzyıla dair heyecanımı paylaşmak istiyorum.
Çünkü Cumhuriyet olmuş bitmiş, nostaljik bir mesele değil. Her şeye rağmen, bugün hala canlı, hala diri.
Çünkü hayat durağan değil. Sürekli yeni fırsatlar ve meydan okumalar sunan bir akış.
Tam da bu yüzden, bence Cumhuriyeti kutlamanın en iyi yolu doğrularını sürdürmek, eksiklerini tamamlamak ve hatalarından dersler çıkarmak.
Çünkü Cumhuriyet dünden bugüne, bugünden yarına uzayan, bitmeyen bir yürüyüş.
Çünkü gelenek küllere tapmak değil, közü yaşatmak.
Çünkü Yahya Kemal’in çok sevdiğim sözündeki gibi, bizler, kökü mazide olan atiyiz.
Değerli arkadaşlar,
Önemli günlerde, kutlanan olayın geçtiği dönemi yad etmek adettendir. Ama gelin biz biraz daha farklı bir şekilde başlayalım: Cumhuriyetimizin kurucuları kendilerinden bir asır önceye baktılarında ne görüyordu?
1923’ten 100 yıl önce henüz Yeniçerilik kaldırılmamıştı. Zayıflamış olsa da imparatorluk Adriyatik’ten Basra Körfezi’ne uzanıyordu. Tren, telgraf, otomobil ve uçak duyulmamıştı. Kuduz aşısı, dinamit, telefon, ampul, daktilo ve dikiş makinası yoktu.
Cumhuriyet kurulana kadarki dönemde Tanzimat, Islahat ve Meşrutiyet adımları atıldı. Harbiye’den Yargıtay’a; Posta İdaresi’nden Ziraat Bankası’na; Darüşşafaka’dan Şehir Hatları’na kadar pek çok kurum doğdu. Pek çok yeni teknoloji hayata girdi. 93 Harbi, Balkan Faciası, I. Dünya Savaşı ve İstiklal Harbi ile bugünkü sınırlarımız oluştu ve nüfus yapımız dönüştü. Bu arka planı aklımızda tutmakta yarar var.
Cumhuriyetimizin kurucularının önündeki tabloyu Atatürk şöyle anlatıyor: ‘Uçurum kenarında yıkık bir ülke. Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar. Yıllarca süren savaş…’
Nitekim benim ailemin yaşadıkları da o günlerin bir özeti:
Balıkesir Gönen’deki büyük dedem Üsküp’ten Çanakkale’ye, Galiçya’dan Bitlis’e, çeşitli cephelerde savaşmış. Seneler sonra eve döndüğünde elinde bir gazilik beratı, bacağında ölene dek taşıyacağı şarapneller var… O kadar.
Ailemizin Rumeli’deki kolu, Balkan Harbi ile dört asırlık vatanını da evini de kaybetmiş. Kocacık’tan Manastır’a, oradan Selanik’e ve nihayet Bursa’ya varmış. Anavatanda yeni bir hayat kurmaya çalışıyor.
Ailenin bir diğer kanadı ise Denizli’de, Toros yamaçlarında zorluklarla mücadele ediyor.
Atatürk, az önce atıf yaptığım sözüne şöyle devam ediyor: ‘İçeride ve dışarıda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni sosyete, yeni devlet’
Vurgulanan bu üç kavram üzerine biraz konuşalım.
Yeni vatan ile başlayalım. Cumhuriyetin en büyük başarılarından biri, yüz sene boyunca büyük savaşlara girmemiş, işgale uğramamış ve sınırları değişmemiş bir ülke kurabilmek. Nitekim komşularımız arasında bu durumdaki yegane örnek biziz. Bence bu durumun yeterince farkında değiliz.
Yeni sosyete, yani toplum, deyince benim aklıma üç temel konu geliyor: kadın-erkek eşitliği, fırsat eşitliği ve dünyayla yarışan kabiliyetler. Mesela babaannem. Genç bir kadın olarak, henüz yolu bile olmayan Zonguldak‘ın dağ köylerine öğrenci yetiştirmeye gitmiş. Kendisinden bir nesil önce bu mümkün değil. Mesela dedem. İmkanları olmayan bir ailede büyüyüp parasız yatılı olarak okuyabilmiş. Muş’un Bulanık kazasına öğretmen olarak atanmış. Devletin ona sağladığı fırsatı, ülkemizin bambaşka bir bölgesindeki vatandaşlarımıza sunmaya gitmiş. Mesela ben. Anadolu lisesinde öğrendiğim İngilizceyle, Boğaziçi Üniversitesinde edindiğim dünya bilgisiyle ve aldığım bursla yurtdışına gittim, orada çalıştım. Sonra ülkeme dönüp binlerce istihdam oluşmasına vesile oldum. Bugün de milletimizin meclisinde milletime olan borcumu ödemeye çalışıyorum.
Yeni devleti düşününce, bence ortada iki büyük başarı var. Birincisi, asırlarca süren saltanat idaresinden sonra gelen Cumhuriyetin gönülden benimsenmesi. Nitekim, bugün çok marjinal kesimler dışında, bu rejimden vazgeçmeyi düşünen yok. Tabii bunda Tanzimat ile mutlak hükümdarlığın kısıtlanmasının, Meşrutiyet ile meclisin kurulmasının da ciddi etkisi bulunuyor. Unutmayalım: Bir asırlık cumhuriyetin, bir asırlık da arka planı var. Tabii bugünkü demokratik standartlarının iyileşmesi hepimizin talebi— ama o ayrı bir konu. İkincisi, Cumhuriyetin kritik geçişleri nispeten az sıkıntıyla atlatabilmesi. Mesela, kurucu liderin vefatı. Mesela, çok partili hayata geçiş. Mesela, maalesef yaşanan darbelerden sonra hızla sivil idareye dönüş.
Fransız İhtilali’nin 200. Yılında Çin başbakanına ‘tarihi etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?’ diye sormuşlar. O da ‘henüz yorum yapmak için erken’ demiş.
Bizim bu kadar temkinli olma lüksümüz yok. Bu yüzden konuşmamın başında doğruları sürdürmek, eksikleri tamamlamak ve yanlışlarından ders almak dedim. Cumhuriyetin ilk asrında başaramadıklarımızı ikinci yüzyılda çözmeliyiz.
Birincisi; eşit vatandaşlık konusunu hala halledemedik. Farklı etnik kökenlerden, mezheplerden, siyasi görüşlerden, hayat tarzlarından vatandaşlarımızı olduğu gibi kabul etmeyi henüz başaramadık. Bir yanda herkesi tek tipleştirmeye, kendisi gibi olmayanları hor görmeye ve dışlamaya yatkın bir anlayış… Bunun karşısında, bireyleri tek kimliğe indirgeyip her şeyi bununla açıklayan, bu şekilde siyaset yapmanın rantını tatmış ve kutuplaşmadan beslenen bir anlayış… Bunların ikisini de reddetmek ve insan odaklı, vatandaşlık eksenli, geniş hürriyetler temelli bir yaklaşımda buluşmalıyız.
İkincisi; vasatistan olmaktan çıkamadık. Doğduğumda Türkiye dünyanın 18. büyük ekonomisiydi. Bugün 19. büyük ekonomisiyiz. İlkokula başladiğimda Güney Kore ile ayni kişi başına milli gelire sahiptik. Bugün onlar dört katımız. Oğlum doğduğunda Polonya ile ayni kişi başına milli gelire sahiptik. Bugün o liseye gidiyor, Polonya ise bizi ikiye katladı. Dünya nüfusundaki payımız yüzde 1, ekonomisindeki payımız yüzde 1, ticaretindeki payımız yüzde 1. Meşhur 2023 hedeflerinin yarısına ancak vardık. Internetten cep telefonuna, Google’dan Twitter’a, yapay zekadan blok zincire kadar hayatımızın her alanı değişirken ne yaptığımız meçhul. Endekslerdeki durumumuz hiç hoş değil. Demokraside ilk 100’de değiliz. Hukukun üstünlüğünde ilk 100‘de değiliz. Basın hürriyetinde ilk 150’de değiliz. Internet hürriyetinde özgür değil kategorisindeyiz. Zimbabwe ve Bangladeş’in gerisindeyiz. Eğri oturalim doğru konuşalım. Buradan gelişimiş ülkeleri takip ederek çıkamayız. Bu döngüyü ancak bir sıçramayla kırabiliriz.
Üçüncüsü; devlet-vatandaş ilişkisini bir türlü oturtamadık. Kitabın ortasından konuşalım. İcraatları sorgulanamaz Tanrı devletin 21. yüzyılda yeri yok. Her şeye karışan, bazen seven bazen döven, baba devletin yeri yok. Kağıt, mühür, imza ile ayak bağı olan devletin yeri yok. Ahbap-çavuş ilişkilerinde boğulan, herkese istihdam sunan, girişimciye rakip çıkan işletmeci devletin de yeri yok. Açık söyleyeyim: Bugün hangi şirketin kredi alacağını belirleyen, yarın insanların ne yiyip içtiğine, nasıl giyindiğine de karışır. Çünkü hürriyetler bir bütündür, parçalanamaz. 21. yüzyıla uygun; yalın, etkin ve kalkınma katalizörü devleti oluşturmaya mecburuz.
Peki, bugünden 100 yıl sonraya baktığımızda ne görüyoruz? Cumhuriyetimizin 200. yılını kutlayacak olanlar neleri konuşsun istiyoruz?
Tabii buna tam bir cevap vermek imkansız. Muhtemelen hayal etmekte zorlanacağımız dönüşümler bizi bekliyor. O gün artık yapay zekanın yönettiği organizasyonlar, insan-robot işbirliği veya uzay kolonileri hayatın parçası haline gelmiş olabilir.
Üstelik, muasır medeniyet çıtası giderek daha belirsiz hale geliyor. Bir yanda kendi icadı olan ifade hürriyeti, insan hakları gibi kavramları eğip büken batı dünyası, diğer yanda otoriter rejim güzellemeleri. Bir yanda kontrolsüz küreselleşme, diğer yanda korumacılık eğilimleri. Bir yanda kimseye hesap vermeyen teknokrasi, diğer yanda popülizm. Durum bana İtalyan düşünür Gramsci’nin sözünü hatırlatıyor: ‘Eski dünya ölüyor ve yeni dünya doğmak için mücadele ediyor. Şimdi canavarlar zamanı’
Ancak yine de bazı temel prensipleri ortaya koymak mümkün. Vatan, toplum ve devlet ekseninde konuştuk. Yine o şekilde ilerleyelim:
Cumhuriyetimizin yeni yüzyılında vatan deyince aklıma kapsayıcılık geliyor. Bunun için insan odaklı, vatandaşlık eksenli, geniş hürriyetler temelli bir yaklaşımda buluşmalıyız. Elbette üç temel hürriyeti, yani düşünceyi ifade, din ve vicdan, ve teşebbüs hürriyetlerini özenle korumalıyız. Ancak buna ilaven yeni bir kamusallık anlayışı inşa etmeye de mecburuz. Günlük kullanımda ‘kamu’yu sıklıkla ‘devlet’ ile karıştırıyor, karşı kutbuna da özel sektörü koyuveriyoruz. Halbuki kamu ‘herkes, bütün’ anlamına geliyor. Bir örnekle somutlaştırayım. Vatandaşımızı tekno-otokrasiler, yani teknolojiyi baskı aracı olarak kullanan hükümetler karşısında çaresiz bırakmak istemiyoruz. Ama bunun alternatifi onu bigtech, yani küresel teknoloji devlerine yem etmek de değil. Bugün karşı karşıya olduğumuz değişimler ve meydan okumalarla, ancak herkesin optimalini gözeten ve devletlerden şirketlere, sivil toplum kuruluşlarından uluslararası organizasyonlara kadar bütün paydaşları seferber eden bir yaklaşımla başa çıkabiliriz. Bunun yolu tepeden inme katı hiyerarşiler değil, aktörlerin birbirleriyle kurdukları gönüllü network’ler.
Cumhuriyetimizin yeni yüzyılında toplum deyice aklıma vasatlığı yenmek geliyor. Bunun yolu endeks milliyetçiliğidir. Yani ülkemizin çeşitli endekslerdeki sıralamasına bakmak ve Türkiye’yi yukarı taşımak. Tahminlerin, temennilerin, hayallerin, spekülasyonların yerini veriler alırsa kendimize hedefler belirleyebilir, onlara ulaşmanın yol haritasını çıkarabilir ve harekete geçebiliriz. Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın sözünü hatırlayalım: ‘Fatih Sultan Mehmet şunu yaptı, Yavuz Sultan Selim bunu yaptı diye geçmişle övünmek, milliyetçilik değildir. Milliyetçilik toplumların o anda, kendi yaptıkları işlerle övünebilmesidir. Sen dünyayla yarış edebiliyor musun? Yani, başka ülkelerle yarış edecek adamların var mı? Daha iyi ressamın, sanatçın, tüccarın, politikacın var mı?’
Bunu başarmanın yöntemi başka ülkeleri takiple yetinen bir yaklaşım değil, kabiliyet sıçraması hedefleyen yarına atılımdır. Bunun başarmanın yöntemi, işleri oluruna bırakmak değil, ülkemizin kaynaklarını harekete geçiren bir kalkınma seferberliğidir. Bunu başarmanın yöntemi ‘bizden adam olmaz’ yılgınlığı ve ‘dünya bizi kıskanıyor’ kibri arasına sıkışmak değil, muasır medeniyet seviyesini aşmayı hedeflemektir.
Cumhuriyetimizin yeni yüzyılında devlet deyice aklıma adaptasyon kabiliyeti geliyor. Tıpkı o Çin atasözünün dediği gibi: ‘Değişim rüzgârları esince, bazıları duvar örer, bazıları yel değirmeni yapar’. Günümüzün fırsatlarını değerlendirmenin ve yepyeni meydan okumalarıyla başa çıkmanın yolu ise yeni siyasettir. Ne olur artık 19. yüzyılın meseleleri üzerinden 20. yüzyılın siyasi üslubu ile kavga etmeyi bırakalım. Artık ‘ben de bilgisayar oyunu oynuyorum’ veya ‘Netflix dizisi tavsiye ediyorum’ gibi ambalajdan ibaret manevralarla yeni ibaresini eskitmeyi bırakalım. Bunun yerine, hem yeni bir üslup hem de yeni dünyaya uygun bir ilke ve değerler manzumesi içeren bir teklif sunmalıyız. Mesela, muğlak kavramlara karşı somut öneriler. Popülist kimlik siyasetine karşı gerçekçi çözümler. Siyasi elitlerin sanal kavgalarına karşı vatandaşın somut gündemi. Fikri ve organizasyonel katılığa karşı yeniliği kucaklamaya açık esneklik.
Değerli hanımefendiler, beyefendiler;
Sözlerime son verirken, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Cumhuriyetimizin kurucularını rahmetle anıyorum.
Gelin; onlardan aldığımız ilhamla, doğrularını sürdürerek, eksiklerini tamamlayarak ve hatalarından ders alarak Cumhuriyetimizi ikinci yüzyılına taşıyalım.
Gelin; Cumhuriyetin olmuş bitmiş nostaljik bir mesele değil; dünden bugüne, bugünden yarına uzayan, bitmeyen bir yürüyüş olduğunun bilinciyle ilerleyelim.
Ve gelin; yarın daha kapsayıcı, muasır medeniyet seviyesini sözde değil özde hedefleyen, ve yenilikleri kucaklamaya hazır bir Cumhuriyeti ilan edelim.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.