27 Ekim 2020
Yüzlerce işçi fabrikanın bahçesinde toplanmıştı. Kafalarında ‘önce kalite’ yazan bandanalar vardı. Hep birlikte binlerce telefonu ortadaki dev ateşe atmaya başladılar. Orta yaşlı patronları, olanları hiçbir şey yapmadan, uzaktan izliyordu. Samsung’un radikal dönüşümü, işte o gün başladı.
Birkaç gün önce 78 yaşında hayatını kaybeden Samsung Yönetim Kurulu Başkanı Lee Kun-hee, firmasının en büyük rakibi Apple’ın kurucusu Steve Jobs’dan çok farklı bir kişiydi. Uluslararası bir şöhret olan Jobs’un aksine, genel bir tanınırlığı yoktu. Onun gibi bir tasarım dahisi de değildi. Şirketini kendisi kurmamış, babasından devralmıştı. Üstelik siyasetçilerle olan ilişkileri sebebiyle başı mahkemelerle çok kez derde girmişti. Ancak, tıpkı Jobs gibi, o da teknoloji alanında uluslararası bir başarı hikayesi oluşturmayı başardı.
1987’de işleri babasından devraldığında, ‘üç yıldız’ anlamına gelen Samsung, Güney Kore’nin önde gelen holdinglerinden biriydi. Chaebol denen bu yapılar pek çok sektörde faaliyet gösteriyor ve hızla gelişen bu Asya ekonomisi için dinamo rolünü oynuyorlardı.
Japonya ve ABD’de eğitim alan Lee işleri teknoloji alanında büyütmeye karar verdi. Milyonlarca dolar yatırım ve beş senelik gayretin sonunda dünyanın en büyük hafıza çiplerini üreticisi olmuşlardı! Herhalde hep kendimizi kıyasladığımız ve başarısına imrendiğimiz Kore ile en büyük farkımız bu: dünyayı hedeflemek ve bunu en teknolojik ürünlerle yapmak.
Ardından sıra tüketiciye erişmeye gelmişti. Ne çare ki işin bu kısmı sanayicilikten hayli farklıydı. 1995 yılında, misafirlerine hediye ettiği telefonların çalışmadığını öğrenince çılgına döndü. Kurmaylarını şoke eden bir talimat verdi. Kimse kulaklarına inanamasa da başkana karşı çıkmayı göze alamadı. Fabrika bahçesinde toplanan işçiler -çeyrek asır öncenin parasıyla- elli milyon dolarlık ekipmanı yaktılar. Telefon ve bilgisayar enkazını düzleyen buldozer aslında yeni bir dönemin yolunu açıyordu.
‘Her şeyi değiştirin, eşiniz ve çocuklarınız hariç.’ talimatıyla başlayan çalışmaların ilk meyvesi 2006’da geldi. Flatscreen (düz ekran) TV’lerde Sony’i geçmişlerdi. Asya’nın tarihi ve kültürel dinamiklerini düşününce, dev bir Japon markasını geçmenin apayrı bir önemi vardı. Benzer bir kriz akıllı telefonlarda yaşandı. İki sene treni kaçıran firma hızla yeni döneme adapte oldu ve 2011’de Apple’dan daha fazla telefon satar hale geldi.
Bugün değeri 360 milyar dolara gelen Samsung’un ve başkanı Lee Kun-hee’nin hikayesi tüm şirketlerimiz için dersler barındırıyor. Yılmamak, hedefe kilitlenmek, dünyayı hedeflemek ve rakipleri azimle takip edip geçmek ilk aklıma gelenler.
Radikal dönüşümün riski elbette yüksek, ancak doğru yapılırsa getirisi de çok yüksek olabiliyor.