9 Haziran 2020
Baştan söyleyeyim, çevreyi korumayı her halükarda ana öncelik olarak gören bir kişiyim. Dağa-taşa, kurda-kuşa, göle-nehre sahip çıkmanın temel insanlık ve vatanseverlik şartı olduğuna inanırım. Ancak gelin 5 Haziran Dünya Çevre Günü vesilesiyle bugün ‘normatif’ (ahlaki) değil pozitif (veriye dayalı) bir sohbet yapalım. Çevreyi korumanın sadece iyilik değil, aynı zamanda iyi bir iş alanı olduğunu konuşalım.
Bu geniş meseleyi dört ana başlıkta ele alabiliriz: iş fırsatları, pazar, finansman ve sürdürülebilirlik.
Birincisi, çevreyle ilgili kaygılar ve ihtiyaçlar girişimciler için yepyeni fırsatlar sunuyor. Ne mutlu ki yenilenebilir enerji artık egzotik bir konu olmaktan çıktı (11 sene önce Orta Avrupa’da güneş santrallerine yatırım yaptığımı duyanların bakışlarını hala hatırlıyorum!). Ülkemizdeki kurulu güç 10 senede 17 GW’dan 45 GW’a çıktı. Güneşten elektrik üretimi 1.000 kat, jeotermalden üretim 15 kat büyüdü. Hem rüzgar hem güneşte Avrupa’nın potansiyeli en yüksek üç ülkesinden biri olan Türkiye için yenilenebilir enerji fırsat penceresi hala açık. Üstelik bu alana destek veren (tribün üretimi, bakım, etki analizi) pek çok alt sektörün olduğunu da unutmamak lazım. Enerji verimliliğinden yakıt pillerine, karbon finansmanından tarımda verimli su kullanımına uzanan geniş bir saha, başarılı projeleri bekliyor.
İkincisi, mevcut şirketlerin çevre dostu ürünler sunmaları, bu konuda hassasiyeti giderek artan tüketicileri yakalamaları için elzem hale geliyor. Bu hususta bilhassa kadınların ve gençlerin öncü rol oynadıklarını söyleyebiliriz. En bilinen kahve zincirlerinin ‘yağmur ormanlarını koruma’ sevdası biraz da bundan kaynaklanıyor. Ne de olsa firmaları istediğiniz noktaya getirmenin en kolay yolu onları ödüllendirmek (veya cezalandırmak)!
Üçüncüsü, pazarlamadaki gelişmeler finansman için de –hatta belki daha da fazla- geçerli. Uluslararası kuruluşların (IFC, EBRD vb.) çevre dostu yeşil bonolar gibi çözümleri var. Ayrıca Korona sonrası dünyada kesenin ağzını iyice açan hükümetlerin bir taşla iki kuş vurarak bu kaynakları yeşil ekonomiyi desteklemekte kullanmaları da gündemde. Avrupa Birliği’nin 750 milyar Avroluk paketi, ABD’de çevre dostu kalkınma politikası (Green New Deal) tartışmaları ve Çin’in atılımları küresel bir değişimin habercisi.
Nihayet, sürdürülebilirlik tanımı değişiyor. Şirketler için konu artık sadece sosyal veya çevresel hassasiyet meselesi veya kamuyu/ finansörleri mutlu etmek için yapılacak bir formalite değil, bizzat kendi gelecekleri. Elektrikli araçlar ana akım hale gelirken içten yanmalı veya dizel motorla ne kadar rekabetçi kalabilirsiniz? Erozyon barajların ömrünü kısaltır veya karbon emisyonu ödemeleri gelirken eski tip enerji üretimine ne kadar devam edebilirsiniz? Ana ihracat pazarımız (toplamın yarısı!) Avrupa Birliği çevre kriterlerini sıkılaştırırken buna duyarsız kalabilir misiniz? Sürdürülebilirlik artık risk yönetimi ve stratejinin ana bileşenlerinden bir olmak zorunda. Velhasıl çevreyi korumak artık sadece ‘iyilik’ değil, aynı zamanda ‘iyi bir iş fırsatı’.