1 Eylül 2021, Karar Gazetesi
‘Savaş barıştır, özgürlük köleliktir, cahillik güçtür’
Dezenformasyon ‘yanlış, veya doğruluğu bulunmayan, kasıtlı olarak yayılan bilgi’ olarak tanımlanıyor. Belki de insanlık tarihi kadar eski olan bu mesele, teknolojik gelişmelerle apayrı bir boyuta vardı: daha hızlı yayılan, algoritmalar tarafından beslenen ve çok daha ‘gerçek’ görünen bir riskle karşı kaşıyayız. Bunları biraz açalım.
Birincisi, yalan veya yanıltıcı haber sosyal medya (Twitter, Facebook) ve mesaj grupları (Whatsapp) vasıtasıyla, daha önce düşünülemeyecek hızla, çok geniş, hatta bazen küresel kitlelere ulaşabiliyor. Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nün (MIT) 2018’deki bir araştırması[1] hayli manidar. Twitter’da 11 yıllık bir dönemde yayılan 126 bin dedikodu ve yalan haberin analizi, bu tip mesajların doğrudan daha hızlı yayıldığını ve daha geniş kitlelere ulaştığını göstermiş. Mark Twain’e de atfedilen “Gerçek ayakkabılarını giymeden, yalan dünyayı üç kez dolaşır” sözünün akademik kanıtı bu olsa gerek! Daha da ilginç olan nokta, yalan haberleri ‘bot’lardan (sahte hesap) çok, bu içerikleri ‘daha ilginç’ bulan gerçek kişilerin paylaşması. Yani teknolojinin rolü, içimizdeki var olan eğilimi körüklemekten ibaret.
İkincisi, nasıl işlediği muğlak olan sosyal medya algoritmaları yankı odalarını besliyor. Bağlantılarımızı, beğenilerimizi, mesajlarımızı ve fotoğraflarımızı içeren dijital ayak izimizden tercihlerimizi anlamak çok da zor değil. Bu profil bilgisi çerçevesinde yönlendirilen kişiye özel reklamlar veya fabrikasyon haberlerle dezenformasyon yapmak çok daha kolay ve etkin.
Üçüncüsü, ‘yapay zekayı kullanarak sahte içerik üretme’ olarak tanımlayabileceğimiz deepfake sayesinde dezenformasyon artık çok daha ‘gerçekçi’. Zira bu teknoloji, İngiltere Kraliçesi’nin Noel şarkısı söylemesi veya müteveffa yazar Anthony Bourdain’in mektuplarını kendi sesinden dinlemek gibi sempatik alanlarla kısıtlı kalmıyor. Sensity AI, internette 85 binin üzerinde deepfake video bulunduğunu ve bunların yüzde 96’sında kişilerin yüzlerinin kendilerinden habersiz şekilde pornografik içerikte kullanıldığını söylüyor.
Tekno-otokrasi ve Big-tech Kıskacı
Tüm bunların yarattığı ciddi riskler var: birey haklarının ihlalinden nefret suçlarına zemin hazırlamaya, mali dolandırıcılıktan seçimlere müdahaleye kadar liste uzun. Mayınlarla dolu bu sahayı tamamen başıboş bırakamayacağımız aşikâr. Ancak çözümü ararken, hükümetlerin baskısına (‘tekno-otokrasi’) ve küresel dev teknoloji şirketlerinin (‘big-tech’) insafına mahkûm olmamalıyız.
Dezenformasyonla mücadele, muhalefeti baskılamak isteyen hükümetler için bulunmaz bir fırsat. Birkaç kritik soru, bu konudaki düzenlemelerdeki hedefin ne olduğunu netleştirmekte yardımcı olabilir:
Gelelim küresel dev teknoloji şirketlerine. Bu firmaların odağı doğal olarak kullanıcı kitlelerini, marka itibarlarını, kârlarını ve piyasa değerlerini artırmak. Dezenformasyonla da ancak bunlara hasar verdiği derecede mücadele edeceklerdir: sürekli yalan haber paylaşılan bir platformun itibarı azalır yahut hükümetlerin sert düzenlemeler yapacağı beklentisi hisse fiyatlarını baskılayabilir.
Ancak bu şirketlerin bazı faaliyetleri tartışmaları beraberinde getiriyor. Örneğin, Facebook, 16 bin denekten kimin hangi siyasi reklamı gördüğünü inceleyerek dezenformasyon araştırması yapan New York Üniversitesi Reklam Gözleme Grubu üyelerini Ağustos başında blokladı[2]. Platform bu kararı için ‘kişisel veri mahremiyetini’ gerekçe gösterse de, araştırmacılar sadece kamuya açık verileri topladıklarını belirttiler. Bir diğer örnek, Donald Trump’ın Ocak ayında çeşitli sosyal medya platformlarından yasaklanması. Eski ABD Başkanı ile başı pek hoş olmayan Almanya Başbakanı Merkel’in de ‘problemli’ bulduğu bu durum, Trump taraftarlarınca ‘Taliban’ın hesabı var, Trump’ın neden yok?’ şeklinde eleştiriliyor. Özetle, misyonunda kamu yararı bulunmayan (olması da gerekmez) ve demokratik kontrole doğrudan tabi olmayan bu şirketlerin dezenformasyon konusunda nihai karar mercii olmasında sıkıntılar var.
Ne yapmalı?
Bir yandan dezenformasyonu başıboş bırakamıyoruz, ama tekno-otokrasi ve big-tech kıskacına da sıkışmak istemiyoruz. Peki ne yapalım?
T24’de daha önce yayınlanan Yeni Kamusallık yazısında[3], karşı karşıya olduğumuz baş döndürücü değişimler ve yepyeni meydan okumaları aşmak için ‘herkesin optimalini gözeten ve devletlerden şirketlere, sivil toplum kuruluşlarından uluslararası organizasyonlara kadar bütün paydaşları seferber eden bir yaklaşım’ önermiştim. Tek bir hareket ile çözülemeyecek kadar karmaşık bu meseleye de böyle bir perspektifle yaklaşabiliriz:
Sonuç
Dezenformasyonu da, onun hızlı ve geniş yayılımını sağlayan teknolojileri de geliştiren bizleriz. Bunların getirdiği risklerden sıyrılmayı da başarabiliriz. Yeter ki bilgi kirliliğinin rantı, otokratik sistemler kurabilmenin fırsatı ve yankı odalarını körüklemenin cazibesi, kamusal alanı tahrip etmenin zararını görmezden gelmeye yol açmasın.
[1] https://www.bbc.com/news/technology-43344256
[2] https://www.npr.org/2021/08/04/1024791053/facebook-boots-nyu-disinformation-researchers-off-its-platform-and-critics-cry-f
[3] https://t24.com.tr/haber/yeni-kamusallik,929397