18 Ağustos 2020
Bir ağustos sabahında Albay Paul Tibbets ağır adımlarla bombardıman uçağına doğru ilerledi. Annesi Enola Gay’in adını taşıyan dev makinaya son bir kez bakıp kokpite geçti. Birkaç saat sonra Hiroşima semalarındaydı. ‘Ufaklık’ (Little Boy) isimli bombayı aşağıdaki kente bıraktı. İnsanın teknolojiyle olan karmaşık ilişkisi, nükleer kitle imha silahının ilk kez kullanılmasıyla kritik bir kavşağı dönmüştü.
Şükür ki atom bombasından beri geçen 75 yılda türümüzü imha etmemeyi becerdik. Bazen ‘korkunç denge’ sayesinde, bazen uluslararası kurumların marifetiyle. Kah devlet adamlarının serin kanlılığıyla, kah şanslı tesadüfler neticesinde.
Bugün insanlık olarak yepyeni bir dönemeçteyiz. Yapay zekanın müthiş bir hızla ilerlemesi, robotların giderek hayatımızın her alanına girmesi, genetikteki sıçramalar ve büyük veriyle beslenen algoritmaların adeta bizi bizden daha iyi tanıması yepyeni ufuklar açıyor. Elbette bunların getirdiği müthiş ahlaki sorular da var. Zira teknolojinin dönüştürücü kudreti mutlaka iyi sonuçlar oluşturacak değil.
Örneğin yapay zekayı yönetebilir miyiz? Büyük örneklere gitmeye gerek bile yok. 2016’da Microsoft’un Tay isimli chatbot’u Twitter’da 18-24 yaş grubu ile “gündelik, esprili sohbetler yapmak” için geliştirilmişti. Maalesef Tay 24 saat geçmeden ırkçı mesajlara ve küfürlere başladı! Mesajlaştığı kişiler kendisine ne söylüyorsa onu ‘öğrenmişti’.
Örneğin kendi kendini kullanan araçların bir kaza riski belirdiğinde kime ‘çarpması gerektiği’ sorusu! Yoldaki çocuğa mı, kaldırımdaki yaşlıya mı yoksa en yakın duvara çarparak araçtaki kişiye mi zarar vermeli?
Veya sosyal medyadaki 80-90 beğenimizle bizi neredeyse ailemiz kadar iyi tanıyan algoritmalar, sinir biliminin imkanlarıyla bizi yönlendirmeye başlarlarsa hala ‘özgür irade’den bahsedebilir miyiz?
Yahut, robotların giderek artan rolü sanat veya felsefe gibi alanlara daha fazla vakit ayırmamızı mı sağlayacak, yoksa bir işsizlik dalgası tetikleyerek sosyal, ekonomik ve psikolojik sorunlara mı yol açacak?
Konu genetiğe gelince tartışma iyice çetrefilleşiyor. Anne karnı dışında büyütülen fetüsler veya organlardan genetik modifikasyon ile insan özelliklerini ‘tasarlayabilme’ye uzanan geniş bir alanda çizgiyi nereye çekmeliyiz? Filmlerdeki gibi, çılgın bir bilim adamının bir adada kuralsızca ilerlemesini nasıl durdurabiliriz?
Dikkat ettiyseniz işin siber saldırı veya biyolojik savaş kısımlarına değinmedim bile. Bu alanda sadece devletleri değil, devlet dışı aktörleri de hesaba katmak zorundayız.
Yapısı itibariyle tek bir doğru cevabın olmadığı, küresel seviyede ele alınması gereken ve pek çok disiplini ilgilendiren bir alandan bahsediyoruz. Üniversitelerimizin, şirketlerimizin, sivil toplumun ve kamu yönetiminin bunun farkına varması ve uluslararası platformlarda bu tartışmalara katılıp katkı vermesi çok mühim. Geleceğin ana prensipleri tasarlanırken dışında kalma lüksümüz yok.