TBMM Basın Toplantısı, 6 ARALIK 2023
“Öz yurdunda garipsin
Öz vatanında parya”
Değerli basın mensupları, kıymetli vatandaşlarım,
Necip Fazıl’ın Sakarya Türküsü şiirindeki mısraları bilirsiniz. İktidarın önde gelenleri de bu dizeleri çok severler, konuşmalarında sık sık atıf yaparlar.
İşin ilginci, vatandaşlarımızı ‘öz vatanında parya’ yapmak bu iktidara nasip oldu.
Bugün size paryalaştırılan vatandaşlarımızın hikayesini anlatacağım. Öz vatanında barınamayan, ısınamayan, güvende olmayan, beslenemeyen, dinlenemeyen ve yuva kuramayan, kurduğu yuvayı ayakta tutamayan milyonlarca insanımıza ses olacağım.
I.
Parya, katı sınıflara ayrılmış bir toplumdaki en alt sınıfı anlatan bir terim. Hani, Maslow’un meşhur İhtiyaçlar Piramidi vardır; onun daha ilk basamağında kalan, en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayan kişiler…
Maalesef, bugün milyonlarca insanımız öz vatanında parya hâline getirilmiş durumda.
Öz vatanında bir ev almanın hayalini dahi kuramayan, öz vatanında çocuğunun beslenme çantasını dolduramayan, öz vatanında turistlerle dolup taşan lokantalara, AVM’lere, sahillere uzaktan gıptayla bakan insanların ülkesi hâline geldik. Getirildik.
Neticede milyonlarca insanımız yarından umudunu kesmiş, sadece hayatta kalabilmek için didiniyor, ve artık maalesef öz saygısını yitirmeye başlamış durumda…
Bu konuyu altı başlık altında ele alacağız: vatandaşlarımızın nasıl paryalaştırıldığını, ihtiyaçlar hiyerarşisinin en alt basamağına itildiğini altı örnek üzerinden anlatacağım: BARINMA, ISINMA, GÜVENLİK, BESLENME, DİNLENME VE AİLE/YUVA KURMA.
I.
Barınma ile başlayalım. Çünkü paryalar düzgün şartlarda yaşayamaz.
En temel ihtiyacımız olan barınmanın bir kriz haline geldiği ortada. Sn. Cumhurbaşkanı da geçenlerde bu meseleyi kabul etti. Ancak sorumlu olarak ekonomi politikasını değil, “vicdansız ev sahiplerini” gösterdi. Zaten biliyorsunuz Türkiye’yi tam yetkiye idare edenlerin hiçbir sorumluluğu yok! Hayat pahalılığının sorumlusu soğan depoları, döviz kurunun sorumlusu dış güçler, barınma krizinin sorumlusu da vicdansız ev sahipleri!
Bu konuyla alakalı bir değil üç problem var: fiyat, kalite ve mülkiyet hakkı.
Bugün ülkemizde 100 metrekarelik ortalama daire fiyatı, Merkez Bankası verilerine göre 3 milyon lira. İstanbul’da ortalama kira 17 bin, Ankara’da 14 bin lira. Bırakın asgari ücreti, ortalama ücretle bile, başınızı sokacak bir ev bulmak imkânsız hale geldi.
Diyelim ki uygun bir ev buldunuz, bu sefer de kötü şartlarla mücadele etmeniz gerekiyor. Özellikle büyük şehirlerimizde rutubetli, güneş almayan, çatısı akan, sıkış tıkış evlerde yaşamaya mahkûm olan milyonlarca insanımız var. Bu koşullarda büyüyen çocuklarımız var. Yirmi yıllık büyük inşaat hamlesinin neticesi bu mu?
Bir şekilde ev sahibi olan vatandaşlarımız, bu kez de mülksüzleşme riski ile karşı karşıya. AK Parti ve MHP oylarıyla Meclis’ten geçen yeni Kentsel Dönüşüm Yasası nın yolunu açıyor. Vatandaşımıza bir sabah ‘bu evden çık git, sana 20 kilometre ötede bir ev veriyoruz’ demek yasal hale geliyor. İstanbul’un merkezi Beyoğlu’ndan başlayan keyfi kentsel dönüşüm, yarın bütün ilçelere yayılarak milletimizi mülksüzleştirebilir. Paryalaşma sürecini daha da hızlandırabilir. Bunun karşısında duracağız!
Dün Gebze’de bazı sanayi kuruluşlarını ziyaret ettim. Öğle yemeğinde işçi arkadaşlarımızla sohbet ediyorduk. Bunlardan birisi Hilal Hanım’dı. Kendisi genç bir kardeşimiz. Eşi de kendisi gibi sanayi işçisi. Henüz iki yıllık evliler. ‘Kiramız geçen yıl 1.300 liraydı, bu sene 4.000 lira oldu. Ev sahibi seneye 10.000 lira olacak diye şaka yaptı. Ne yapacağız bilmiyorum’ dedi. Önlerinde üç seçenek var. Yeni bir eve taşınmak. Bu fiyata kiralık ev bulmaları artık imkânsız. Devletin koyduğu %25’lik üst sınır kuralını hatırlatıp buna göre kirasını artırmak.. Bu sefer de hemen hemen her gün haberlerde gördüğümüz ev sahibi ile kiracı kavgalarından biri yaşanacak, huzuru kaçacak. Ya da mutfak alışverişinden, faturalarından kısacak. Kara kara düşünüyor.
III.
Isınma ile devam edelim. Çünkü paryalar için ısınmak bile lükstür.
Kış geliyor, havalar soğuyor. Seçim döneminde ardı ardına doğal gaz rezervleri bulunurken iktidara yakınlığıyla bilinen bir ismin coşkuyla söylediklerini hatırlarsınız: “Açın kombileri, 2023’te kimse doğal gaza para ödemeyecek”. Peki gerçekte ne oldu? Doğal gazın sadece 25 m3’lük kısmı ücretsiz oldu. Bu da faturada aylık 125 liralık indirim demek. Gelin beraber bir hesap yapalım.
GAZ-BİR’in geçen yılki raporuna göre, kış döneminde aylık ortalama hane başı doğal gaz tüketimi 145 m3. Tabii, tüketim evin m2’sine, izolasyonuna, konumuna göre değişiyor. Özetle, kombiyi kısıkta yaksanız bile İstanbul’da aylık 915 lira, Ankara’da 1050 lira, Erzurum’da 1270 lira fatura ödedik. En düşük emekli aylığı 7500 lira. Çalışanların neredeyse yarısı ayda 11 bin 400 lira alıyor. En düşükte, evi ancak ılık hale getiren bir ısınma bile vatandaşlarımız için ciddi bir maliyet haline gelmiş durumda.
Isınma demişken yalıtıma da değinmek gerekiyor. TÜİK’e göre ülkemizde üç konutun birinde yalıtım problemi var. Bunlar genelde eski evler. Yani faturaların zorladığı dar gelirli vatandaşlarımız daha verimsiz ısınıyor, parasını havaya saçıyor.
Sizi seçim bölgem Balıkesir’de tanıştığım emekli Rasim Amca ile tanıştırayım. 77 yaşındaki Rasim Amca, doğal gaz faturasını artık karşılayamadığı için evine soba kurmak zorunda kalmış. Kış boyu eşiyle tek odada oturuyorlar. Gündüzleri tek bir odayı ısıtıyorlar, sabaha da soğuk bir evde uyanıyorlar. Sobalı evde büyümüş bir arkadaşınız olarak yaşadıkları sıkıntıyı gayet iyi anlıyorum. ‘Emekli maaşıyla zaten karnımızı zor doyuruyoruz, üstüne bir de doğal gaz faturası ödeyecek gücümüz yok’ diyor.
2023 senesinde emeklilerimize bunu mu reva görüyoruz?
IV.
Üçüncü başlığımız: Güvenlik. Çünkü paryalar asla kendini tam güvende hissedemez.
Üzülerek söylüyorum; kamu nizamımız bozuldu. Her gün yeni bir çetenin adını duyuyoruz. Bazı ilçelerimiz, her gün haberlere yansıyan suç olaylarıyla anılmaya başlandı. Trafikte kavga, sokak ortasında cinayet, kadınlara taciz, insanlara saldırı özellikle büyükşehirlerimizde hayatın rutini hâline geldi.
Sizinle bir buçuk ay önce 70 yaşındaki bir yakınımın başına gelen bir olayı paylaşayım. Evinin yakınındaki markete giderken kendisine sokak köpekleri saldırdı. Çok şükür ısırılma yok, ama ciddi bir korku yaşadı. Üstelik, saldırı neticesinde yere düşüncse omurgası çatladı, ödem oluştu. Haftalardır çelik korse ile hayatını sürdürüyor. Ya daha fazlası olsaydı?
Saldırgan sokak köpekleri sınıfsal bir problem. Sitelerde yaşayııp araçlarıyla dışarı çıkanlar bunu küçümseyebilir. Ama daha mütevazı mahallelerde ikamet eden, işine okuluna yürüyerek gitmek zorunda kalan, evden erken çıkıp geç dönen vatandaşlarımız için bu ciddi bir risk. Pek çok üniversite kampüsü için de durumun böyle olduğunu biliyorum. Köpek saldırılarında hayatını kaybeden, yaralanan birçok vatandaşımız var. Güvenli sokaklara sahip olmak için bu meseleyi acilen çözmek mecburiyetindeyiz.
Bir başka örnek, Aslı Hanım’ın yaşadıkları. Kendisi 32 yaşında, çalışan bir kadın. Meşhur kalıcı yaz saati uygulaması nedeniyle sabah hava aydınlanmadan evinden çıkıyor, akşam hava karardıktan sonra dönüyor. “Sokakta korkarak yürüyorum. Hele de yeterince aydınlatılmayan yerlerden koşarak geçiyorum. Kulaklık bile takamıyorum. Birisi yaklaşsa telefonla konuşur gibi yapıyorum. Bir de toplu taşımada rahatsız edenler var. Her gün çekinerek biniyorum” diyor. Yazık değil mi?
V.
Dördüncü başlığımız beslenme ile devam edelim. Çünkü paryalar iyi beslenemez.
Enflasyonun fakirleşme olduğunu, alım gücümüzü her gün erittiğini birçok defa söyledim. Enflasyonun, fakiri daha fakir, zengini daha zengin yaptığını da dile getirdim. Bugün de enflasyonun vatandaşlarımızı yetersiz ve kalitesiz beslenmeye sürüklediğini konuşalım.
Kıymetli vatandaşlarım, gıda enflasyonunda OECD ülkeleri arasında da Avrupa ülkeleri arasında da açık ara 1’inciyiz. Hatta son bir yılda dünya genelinde gıda fiyatları %11 düşerken ülkemizde %72 artmış. Birçok alanda olduğu gibi gıda enflasyonunda da dünyadaki trendlerin tersine gidiyoruz. Bunun doğal sonucu olarak, Dünya Gıda Örgütü’ne göre, ülkemizde 15 milyon vatandaşımız yetersiz besleniyor. Neredeyse Yunanistan ve Bulgaristan’ın toplam nüfusu kadar kişiden bahsediyoruz!
Tabii ki gıda enflasyonunu en çok hissedenler de, yetersiz beslenenler de orta ve alt gelir grubundaki insanlarımız. TÜİK’e göre, en düşük yüzde 20’lik gelir grubundaki vatandaşlarımız, gelirlerinin yüzde 36’sını gıda harcamalarına ayırıyor. Bu oran en yüksek yüzde 20’lik gelir grubu için bunun yarısından az. Yani, gıda enflasyonu en çok düşük gelirli vatandaşlarımızı vuruyor.
Burada asıl çarpıcı olan ise çocukların dengeli ve yeterli beslenememesi. Yine TÜİK’e göre, çok az sayıda çocuk düzenli olarak et, balık veya tavuk tüketebiliyor. Çocuklarımızın 3’te 2’si de her gün ekmek ve makarna gibi tahıl ağırlıklı besinlerle karnını doyuruyor. Yetersiz beslenmenin çocuklarımızın fiziksel ve zihinsel gelişimi üzerindeki olumsuz etkilerini önlemek için hem gıda enflasyonunu düşürmek hem de sağlıklı ve ucuz gıdaya erişimi sağlayacak adımları hızlı bir şekilde atmamız gerekiyor.
Size Zehra Hanım’ın hikayesini anlatayım. Kendisi iki çocuk annesi. Bir yandan çocuklarına bakıyor, diğer yandan ev ekonomisine katkı sağlamak için temizliğe gidiyor. En büyük derdi çocuklarının beslenme çantası. Meyve koysa süt koyamıyor, ekmeği koysa peyniri yetiştiremiyor. Çocuklarının karnını da abur cuburla doyurmak istemiyor. ‘Bazen beslenme çantasına koyacak bir şey olmuyor, 20’şer lira harçlık veriyorum. Geçen sene tost alabiliyorlardı, şimdi anca poğaçaya, simite yeter’ diyor.
Türkiye’nin 2023 hedefi çocuklarının beslenme çantasını dolduramayan anneler miydi?
VI.
Beşinci başlığımız dinlenme. Daha doğrusu, dinlenememe. Çünkü paryaların dinlenme hakkı yoktur.
‘Her derdimizi hallettik, bir dinleme mi kaldı’ diyenler olabilir. Onlara katılmıyorum. Yeterince dinlenemeyen kişiler hayattan keyif alamazlar. İşlerinde de verimli olamazlar.
Aslında sadece işe gidiş-gelişteki trafik çilesi bile bu konuya yeterli bir örnek. Çoğumuz ömrümüzden günde iki saati yolda kaybediyoruz. İşin kötüsü, bu durumu o kadar kabullenmişiz ki, artık bundan rahatsız bile olmuyoruz!
Ancak esas sorun başka yerde. Çalışma saatlerinde Avrupa şampiyonuyuz. Ortalamanın yüzde 17 üzerindeyiz – yani her yıl iki ay daha fazla çalışıyoruz! Peki, bu kadar uzun saatlere rağmen elimize geçen para yetiyor mu? Hayır. Bunun doğal sonucu, yorgun argın ikinci bir iş yapmak.
Birkaç veriyle durumu somutlaştıralım. Geçen hafta yayınlanan DİSK araştırmasına göre 10 vatandaşımızdan yedisi ayda 17 bin liranın altıda kazanıyor. Türk-İş’e göre ise, Ankara’da yaşayan dört kişilik bir ailenin açlık sınırı, yoksulluk değil, açlık sınırı ayda 14 bin lira. Nasıl olacak bu iş?
Size Selim Bey ile sohbetimi size aktarmak istiyorum. Selim Bey, haftada 45 saat çalışıyor. Asgari ücretin 1,5 katı da maaş alıyor. Ancak bu miktar iki çocuğunun okul masrafına, evinin ihtiyaçlarına yetmiyor. Hafta sonları da düğünlerde klarnet çalıyor. Yani Selim Bey neredeyse her gün çalışıyor. Durmaya, dinlenmeye, ailesiyle hava almaya vakti yok. Tatilin kendileri için memlekete gitmek olduğunu söylüyor ama artık bayram ziyareti yapmanın bile lüks haline geldiğini belirtiyor. Zaten araştırmalar da bu gerçeği teyit ediyor: Türkiye’de 10 kişiden 6’sının senede 1 hafta tatile çıkacak, memleketine gidecek maddi imkânı yok.
Üç tarafı denizlerle çevrili, her bölgesi ayrı bir cennet olan Türkiye’nin tadını kendi vatandaşlarının değil, sadece turistlerin çıkarabilmesi reva mı?
VII.
Son başlığımız yuva kurma ve yaşatma. Çünkü paryaların mutlu olmaya hakkı yoktur.
Anayasa Madde 41 ‘Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilâtı kurar.’ diyor.
Ancak vatandaşlarımız artık ne yuva kurabiliyorlar ne de kurdukları yuvayı sürdürebiliyorlar. İmkânları ve fırsatları ellinden alınan insanların huzuru, mutluluğu da ellerinden kayıp gidiyor.
Gençlerimiz, maddi yetersizlik yüzünden evlenemiyor. Bir Evlilik Maliyeti Fiyat Araştırması evlenmenin başlıca masraf kalemleri olan düğün, çeyiz, takı, ev eşyaları için en az 400 bin TL gerektiğini söylüyor. Bunun yarısı olsa, yine de çok ciddi para.
Hükümet bu konuda pansuman bir tedbir aldı. Evlenecek gençlere 150 bin lira faizsiz kredi verilecek. Tabii bunun şartları henüz belli değil. Mesela yaş limitinin 26 olacağı söyleniyor. Okulunu bitiren, askere giden, işe girip para kazanmaya başlayan biri için böyle bir üst sınır hiç gerçekçi değil. Zaten esas mesele, gençlerin kendi hayatlarını kurabilecekleri ekonomik ortamı oluşturabilmekte.
Bir şekilde yuvasını kurabilenler ise artık evliliklerini sürdüremiyor. TÜİK verisine göre, boşanma sayısı geçtiğimiz yıl rekor kırdı. 2022 yılında boşanan 180 bin çiftimizin en önemli sorunları arasında maddi geçimsizlik üst sıralarda yer alıyor.
Daha dün sohbet ettiğim Soner’in hikâyesi bize bu acı tabloyu net bir şekilde anlatıyor. Bir şirketin lojistik biriminde çalışan bu genç kardeşimiz, evlenmenin giderek bir hayal haline geldiğini anlatıyor. “Mağazaya gidiyoruz, beyaz eşyaları alacağız, paramız hazır ama her seferinde zam geldi diyorlar. Zaten en basit buzdolabı 20 bin liraya çıktı, üstüne bir de almadığımız her ay zamlanıyor. Artık yetişemiyoruz. Bizim ev, yuva kurma hayallerimiz başka bahara kaldı” diyor.
2023 senesinde vatandaşımıza Yeşilçam melodramlarını yaşatmak reva mı?
VII.
Kıymetli vatandaşlarım,
Evlenemeyen Soner kardeşimin, bayramda memleketine gidemeyen Selim Bey’in, işinden evine korkarak dönen Aslı Hanım’ın, evinde ısınamayan Rasim Amca’nın, kirasını karşılayamayan Hilal Hanım’ın, çocuğunun beslenme çantasını dolduramayan Zehra Ablamızın hikayesi, milyonlarca insanımızın hikayesi. Vatandaşımızın “öz yurdunda garip, öz vatanında parya” yapılmasının hikayesi.
Açık söyleyeyim: Bu sabredilmesi gereken kaçınılmaz bir kader değil.
Kendiliğinden oluşan bir doğal afet değil.
Dış güçlerin oyunu da değil.
Bu, iktidarın ekonomik ve toplumsal politikalarının doğal sonucu.
Aslında ne yaptıklarını kendileri de söylüyor. Ben tercüme edeyim:
Ucuz işgücü dedikleri, çalışanlarımızın az kazanmasıdır.
Ucuz ülke dedikleri, en düşük turist grubuna hizmet etmektir.
Ucuz ürün dedikleri, dünyanın hamallığını yapmaktır.
Ucuz para birimi dedikleri, vatandaşımızın refahını, varlıklarımızın değerini taban yapmaktır.
Ucuzculuğu, vasatlığı ve bunların doğal sonucu olan paryalığı reddediyorum.
Rant yerine üretim, yatırım ve istihdamı koyan;
Vasatlık yerine dünyayla yarışmaya odaklanan;
Ucuzculuk ve fasonculuk yerine katma değer ve markalaşmayı hedefleyen;
Kontrol-kumanda ekonomisi yerine hür teşebbüsü rehber alan; ve
Çıkar lobileri yerine ekonomimizin dinamosu KOBİ’leri destekleyen bir Kalkınma Seferberliği ile tüm bunların üstesinden geleceğiz.
İnsanımızı paryalıktan çıkaracak, hür, zengin, güçlü ve dünyayla yarışan Türkiye’nin vatandaşarı olmalarına imkan sağlayacağız.
Basın toplantımıza katıldığınız için hepinize teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum.